28 Kasım 2012 Çarşamba

14:46 - No comments

Tavşan Yumurtası


Ne zaman çarşıya çıkmaya hazırlansak; Babam ''Aç karnına alışverişe, çarşıya çıkmayın, canınız yerli yersiz her şeyi ister,haddinden fazla ve gereksiz yiyecekler alır, gereksiz para harcarsınız'' der, ''Allah kimseyi  açlık ile terbiye etmesin'' ile  bitirirdi. Onun tavsiyelerinin zaman zaman faydasını gördük. Aç insanın canı her türlü yiyeceği ister, hiç akla gelmeyecek yiyecekleri hayal eder, arzular, canı çeker.

26 Kasım 2012 Pazartesi

12:49 - No comments

Gidiş - Dönüş 100 Para



Rüya nedir, gerçek nedir, bir de dejavue dedikleri var. Gördüğümüz birçok rüyayı hatırlayamıyoruz. Bazılarını da ertesi günü veya birkaç gün sonra gördüğümüz bir objenin çağrıştırması ile hatırlayabiliyoruz. Bazen tam, bazen yarım yamalak...

Hasranenin kardiyoloji yoğun bakım servisinde pantolonumu katlamaya çalışan görevlinin cebimden düşürdüğü küçük bir metal, olup bitenleri hatırlamama sebep oldu. Belki hepsini değil ama büyük bir kısmını hatırlıyorum.

Saat Kulesi Kenar Süsü



"Uyuz olasın, tırnaksiz kalasın inşallah" ile başlayıp, "Boyun devrilsin" ile biten bir sürü bedduadan sonra "Akşam baban gelince, ben senin kemiklerini kırdırmaz mıyım?" sorusu ile tamamladı annem beddua ve tehditlerini. Gerçekten öfkeli, kırıcı ve korkutucu idi tutum ve davranışı.

Nereden bilebilirdi ki; benim için, ne dizimin yarılıp kanaması, ne de üstümün başımın perişan olması, elimin yüzümün toz toprak ve de benim kanter içinde kalmamın hiç bir öneminin olmadığını. Biz, yani bizim mahallenin çocukları az önce aşağı mahallenin çocuklarına tam üç gol atmışız, karşılığını bol küfür, biraz tokat, biraz tekme ile almışız. Bunun ne denli önemli olduğunu annem nereden bilebilirdi. Onun için önemli olan kapıdan nasıl çıktı iseniz, o şekilde dönmenizdi ki, pratikte imkansızdır. Bu nedenle, her gün bağırır çağırır, tekrar bağırır: "Git elini yüzünü yıka temizle, yarana tentürdiyot süreyim, sonra dersine otur. Yoksa fena olacak" dedi. Parmağını gözüme sokarcasına.



Yedi Sekiz Uyurlar



İnsanların kalitesi ayakkabısından, şehirlerin kalitesi ışıklarından belli olur derler.

Ayakkabı eski, boyasız ve hatta delik olabilir ama giyenin ayağında öyle bir duruşu,
ayağına öyle bir oturuşu vardır ki, bir bakışta hem ayakkabının hem de giyenin
ne mal olduğunu anlarsınız.


İzmir'imizin Kemeraltı'nda öyle bir kitabe var ki, bütün bakımsızlığına, bütün kirine rağmen ben buyum der gibi. Kimbilir hangi becerikli ellerden dantel gibi işlenerek çıkıp özenle bu eski hanın giriş kapısına koyulmuş. Hanın adı ''Çakaloğlu''. Kim bilir kitabenin orada olması da belki bir çakallıktır. Beni ilgilendirmez. Çakaloğlu hani Türkiye'deki hanlar
ve kervansaraylar içinde koridoruna bakan balkonları olan tek handır ve kişi malıdır.


Günümüzde İzmir


İzmir'in yirminci yüzyıl'ından, yirmibirincisinden anılar, kesitler. Nice bildiklerimiz, hergün bulduklarımız.

Her birimizin İzmir'i değişiktir. Benim izmir'im sizinkine benzemez. sizin İzmir'iniz benimkidir kimi zaman. İzmir nicedir var. Saat kulesi yüzyılı aşkındır. Palmiye de birkaç yüzyıldan geriye değildir. İzmir deyince, benim için saat kulesidir, yanında palmiyeleriyle. Ben olduğum sürece hep birlikte oldular.

Burnu Ampullü Adam


Yaşını tahmin etmek zor, kirli sakal, bira göbek, yazlık kılık kıyafet ve ayakta spor ayakkabı. İsmi lazım değil. Burnunun ucunda yanıp sönen kırmızı ampulü, bir elinde abartılı boyutta rengarenk plastik gözlükleri, diğerinde Lunapark ışıkları kıvamında rüzgaryaparı ve başının üstünde devasa ışıklı kelebekleriyle İzmir'imizin Kordon boyunda aşağı yukarı gelip gider, saksağan geni taşıdıklarına nerede ise inanacağım; parıltılı her şeye meraklı insanlarımıza üstündekileri satmaya çalışır,her akşam üç beş kuruş nafakasını çıkarmaya çalışır.

Kapılar...


Farklı insanlar şu İzmir'liler, başka kentin insanlarından farklı. Gözle görülebilecek kadar sakin, aşırı konuşkan, az ve öz seslerle detay gerektirmeyen ifadeler kullanan, en kısa yoldan en iyi çözümü bulmaya çalışan insanlar. Fazla çalışmayı sevmemelerine rağmen acaip bir zeka kıvraklığı ile her türlü sorunu çözüyorlar. Kafa karışıklığını sevmedikleri için net ve temiz ifadeleri var. 

Adamlar: Simidin taze olup olmadığı sorusuna mahal vermemek için ''Gevrek'' diyorlar. Adı üstünde simit gevrek olmalı ki tadına varılsın.



İzmir'in Kedileri



İzmir'in adamları kedileri sever hem de çok sever. Üstelik kediden anlarlar; hangisine yaklaşılabilinir, hangisi uysal, hangisi canayakın, hangisi numaracı veya riyakar, hangisi hırçın ve kavgacı, vurdumduymaz, temiz, titiz, saplantılı yada psikopat bir bakışta anlarlar. İzmir'in adamları cennetin de cehennemin de göz hizasında olduğuna inandıkları için onların gözlerinin içine içine bakarlar.

Lokma ve Lokmacı Nevzat


Nevzat, kırk yaşlarında, güleryüzlü, haddinden fazla iyi niyetli, aslen İstanbul'lu ama ömrünün büyük bir kısmını Bodrum'da geçirmiş, anne ve babasına aşırı düşkün, bu güne kadar ele gelir bir iş yapmamış ama anne ve babasının hatırı sayılır serveti ile günlerini gün etmiş, galiba da evlenip boşanmış bir adamdır.

Bodrum'un yazin asiri kalabaligindan, yasanan harala gürele, itis kakis, kavga gürültülü yasantisindan, kisin insani çildirtacak sessizliginden bunalmis, bunlarin ikisinin de bir ortasi vardir diyerek yeni bir yaşam tarzı aramaya başlamıştır. Bu yaşa kadar fazla
çalışıp bir iş yapmadığı için, arayışını kolay ve zahmetsiz bir iş ve kimseye muhtaç olmayacak kadar kazanca odaklamıştı.


İzmir'in Palmiyeleri

1932, Behçet Salih Bey'in(Uz), on yıl sürecek olan, İzmir Belediye Reisliğine başladığı yıldır. Behçet Bey, genç, dinamik, çalışkan ve ileri görüslüdür. İzmir için bir şeyler yapmaya çırpınan, gayret gösteren büyük bir belediyecidir. İzmirliler onu her an minnetle anmaktadır.

O yıllarda, İzmir Körfezinin gerdanlığı sayılan Kordon Boyu'nda en yüksek bina iki katlıdır. Bu gün, ne yazık ki, bunlardan bir kaç tanesi ayakta kalabilmiştir. Yıkılan güzelim evlerin yerini, çok yüksek, çok katlı, şekilsiz beton yığnları almıştır. Bunların estetik bir yönü
olduğunu kimse söyleyemez. Yumuşak dolgu zemin üzerine inşa edilen bu binalar, tasman(oturma) hesapları iyi yapılmadığı için çok kısa zamanda oturmuş, neticede zemin katların hemen hemen hepsine birer ikişer basamakla girilir çıkılır olmuştur. En eski binalardan biri olan Alman Konsolosluğu bu güne kadar ilk günkü kotunda kalmış, hiç bir şekilde oturmamış tek binadir.