"Uyuz olasın, tırnaksiz kalasın inşallah" ile başlayıp, "Boyun devrilsin" ile biten bir sürü bedduadan sonra "Akşam baban gelince, ben senin kemiklerini kırdırmaz mıyım?" sorusu ile tamamladı annem beddua ve tehditlerini. Gerçekten öfkeli, kırıcı ve korkutucu idi tutum ve davranışı.
Nereden bilebilirdi ki; benim için, ne dizimin yarılıp kanaması, ne de üstümün başımın perişan olması, elimin yüzümün toz toprak ve de benim kanter içinde kalmamın hiç bir öneminin olmadığını. Biz, yani bizim mahallenin çocukları az önce aşağı mahallenin çocuklarına tam üç gol atmışız, karşılığını bol küfür, biraz tokat, biraz tekme ile almışız. Bunun ne denli önemli olduğunu annem nereden bilebilirdi. Onun için önemli olan kapıdan nasıl çıktı iseniz, o şekilde dönmenizdi ki, pratikte imkansızdır. Bu nedenle, her gün bağırır çağırır, tekrar bağırır: "Git elini yüzünü yıka temizle, yarana tentürdiyot süreyim, sonra dersine otur. Yoksa fena olacak" dedi. Parmağını gözüme sokarcasına.